Türkiye’de Toplam Kaç Oy Var? Felsefi Bir Sorgulama
Bir filozofun penceresinden oy
Bir filozof için “oy” yalnızca sandığa atılan bir kâğıt değildir; o, iradenin sembolü, bireyin varlık sahnesinde kendini ifade etme biçimidir. “Türkiye’de toplam kaç oy var?” sorusu da bu bağlamda sayısal bir merak değil, varoluşsal bir sorgulamadır. Çünkü oy sayısı yalnızca demografik bir istatistik değil, aynı zamanda bir halkın özgürlük, inanç ve güven anlayışının toplamıdır. Filozof burada sorar: Gerçekte kaç oy vardır? Yoksa her oy, kendi içinde bir dünya görüşü mü taşır?
Etik açıdan oy: Sorumluluğun adı
Etik felsefe açısından oy, bireyin kamusal sorumluluk alanına attığı bir imzadır. Aristoteles, iyi yurttaşın eyleminin yalnız kendine değil, polis’e, yani topluma ait olduğunu söyler. Bu bağlamda oy vermek, sadece bir hak değil, bir ahlaki yükümlülüktür. Her birey, kendi tercihiyle birlikte toplumun yönünü de belirler. Dolayısıyla “Türkiye’de toplam kaç oy var?” sorusuna etik bir yanıt, “Ne kadar vicdan varsa o kadar oy vardır.” şeklinde verilebilir.
Bir başka deyişle oy, yalnızca sayılan bir nesne değil, değerin sayılmadığı bir özdür. Kimi oy, adaletin sesi olur; kimi, korkunun yankısı. Ama her biri, etik anlamda bir vicdan kaydı bırakır.
Epistemolojik düzlem: Bilgi mi, inanç mı?
Epistemoloji yani bilginin felsefesi açısından oy, bilgiyle inanç arasındaki sınırda durur. Seçmen neye göre oy verir? Bilgisine mi, yoksa inancına mı? Platon’a göre bilgi, “haklı gerekçelendirilmiş inançtır.” Fakat modern çağın seçmeni çoğu zaman bilgiyi değil, inancı gerekçelendirir. Böylece oy, rasyonel bir karar olmaktan çıkar, kimliksel bir aidiyet beyanına dönüşür. Türkiye’nin toplam oyu bu anlamda yalnızca nüfusla değil, bilgiye duyulan güven oranıyla da ölçülmelidir.
Bir toplumda bilgiye güven azaldığında, oy verme eylemi bir tür “ritüel”e dönüşür. Oysa felsefi olarak oy, bilinçli seçimin görünür hâlidir. Peki, her seçmen seçtiğini biliyor mu, yoksa yalnızca ait olduğu şeyi mi onaylıyor? Bu soru, epistemolojinin en canlı noktalarından biridir.
Ontolojik bakış: Oy varlığın dili midir?
Ontoloji, yani varlık felsefesi, oy kavramını “var olmanın onaylanışı” olarak ele alır. Heidegger’in ifadesiyle insan, “dünyada olma” halini seçimleriyle gösterir. Oy vermek, bu anlamda bir kendini var etme biçimidir. Her birey sandığa giderken “ben varım” der; o bir pusula değildir, bir varlık beyanıdır.
Bu bakımdan Türkiye’de toplam oy sayısı, aslında kaç kişinin kendi varlığını dünyaya duyurduğunun bir göstergesidir. Ama bu duyuru, her zaman özgür müdür? Ontolojik sorgulama burada derinleşir: Eğer seçim, baskı ya da korku altında yapılıyorsa, oy gerçekten “varlık” taşır mı? Yoksa sadece varlığın gölgesi mi kalır?
Sayıların ötesinde anlam
Resmî istatistikler bize milyonlarla ifade edilen bir sayı verebilir. Ama felsefi olarak “Türkiye’de toplam kaç oy var?” sorusunun cevabı, matematikte değil, insanlık bilincinde aranmalıdır. Çünkü oylar, sadece toplam değil, birer hikâyedir. Her oy, bir yaşamın, bir umudun, bir öfkenin yankısıdır. Biri sessiz bir değişim umudunu taşır, diğeri geçmişin gölgesini. Bu nedenle toplam oy sayısı aslında bir toplumsal bilinç haritasıdır.
Bir toplumun gerçek toplam oyu, yalnızca sandığa gidenlerle değil, gitmeyenlerle de ölçülür. Çünkü oy vermemek de bir tür sessiz felsefi bildiridir: “Katılmıyorum.”
Felsefi bir davet: Kaç oy var, kaç bilinç var?
Belki de asıl soru şudur: Türkiye’de toplam kaç oy değil, toplam kaç düşünen özne var? Kaç kişi oyunu sadece çıkarla değil, hakikat arayışıyla veriyor? Felsefe burada sessizce fısıldar: Sayıların toplamı, anlamın toplamı değildir. Gerçek oy, insanın kendini varlığa adadığı andır.
Son düşünce
Türkiye’deki her oy, etik bir sorumluluk, epistemolojik bir inanç, ontolojik bir varoluş biçimidir. Bu nedenle sorunun cevabı sayılarda değil, insanda gizlidir. Belki de Türkiye’deki toplam oy sayısı, sandıklarda değil, her birimizin içindeki irade gücünde saklıdır. Peki senin oyun, gerçekten sen misin? Yoksa seni seçen bir dünyanın sessiz yankısı mı?